25 Kasım

12 'da okunur

Ğonejiko Şeyma Küneşko


“Çocuklarımızın, bu yoz ve zalim sistemde yetişmesine izin vermeyeceğiz. Bu sisteme karşı savaşmak zorundayız. Ben kendi adıma her şeyimi vermeye hazırım; gerekirse hayatımı da” (Patria Mercedes Mirabel, 1924)

Şiddet.

Dünya Sağlık Örgütü, şiddeti; sahip olunan gücün ve iktidarın, fiziksel ya da ruhsal bir yaralanmaya ve kayba neden olacak biçimde bir başka insana, kendine, bir gruba, bir fikre, bir yaşam tarzına, bir varoluşa, doğrudan ya da dolaylı yolla uygulanması olarak tanımlar[1].

Kadına karşı şiddeti ise, kadının bedensel bütünlüğüne sırf kadın olduğu için yapılan her türlü fiziksel, cinsel veya psikolojik müdahaleler sonucunda kadının zarar görmesi ve toplum içinde ya da özel hayatında kadına baskı uygulanılarak özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanması şeklinde tanımlanmıştır.

 Kadına karşı şiddetin tarihi hakkında antropolojik bağlamda bir netlik bulunmamakla birlikte, erkeklerin üretim araçlarına el koymaya başlaması, ilk kent-devletlerin oluşumu ve semavi dinlerin ortaya çıkışı gibi süreçlerle kadınların daha geri planda bırakıldığını ve bunun da şiddetin yolunu açtığını söyleyebiliriz  14. Yüzyılda yaşayan Floransalı tüccar Paolo da Certaldo, kadınlara bakış açısını şu sözlerle açıklar: “İster iyi olsun ister kötü, bir atın mahmuza ihtiyacı vardır; ister iyi olsun ister kötü, bir kadının da bir sahibe ve efendiye, bazen de bir sopaya ihtiyacı vardır”[2]. Kadının ikincil konumu ve “şiddet görebilir nesne” olarak inşası ise çoktan meşrulaşmıştır. Geç Orta Çağ ve Yeni Çağ’da, 1450-1750 yılları arasında Avrupa’da ise cadı avı başlamış, pek çok kadın şeytanla işbirliği yaptığı iddiası ile diri diri yakılmıştır. Bu dönemde cadılık suçlaması ile yakılan kadınların sayısının 40.000 ile 60.000 arasında olduğu ifade ediliyor[3].


“Bunca acıyla dolu ülkemiz için yapılacak her şeyi yapmak bir mutluluk kaynağı; kollarını kavuşturup oturmak ise çok üzücü” (Minerva Argentina Mirabel, 1926)

25 Kasım 1960.

Tarihsel bir süreklilik olarak devam eden kadına karşı şiddetle alakalı farkındalığın artmasına vesile olan bu tarih, 25 Kasım Kadına Karşı Şiddetle Mücadele Günü olarak ilan edilmiştir.

Dominik Cumhuriyeti’nde Mirabel Kardeşler olarak bilinen üç kız kardeş Patria, Minerva ve Maria Teresa, eşleriyle birlikte diktatör Rafael Trujillo’ya karşı mücadele veriyorlardı. 1960 yılında Patria,  Clandestine Hareketi’ni kurdu. Bu harekete diğer kız kardeşleri de katılarak destek verdi. Trujillo ülkede iki tehlikeden bahsetti: Kilise ve Mirabel Kardeşler.  Mirabel Kardeşler artık hedefti.

25 Kasım 1960 yılında 3 kız kardeş tecavüze uğrayıp öldürüldü. Rejim ise ölümlerini araba kazası olarak duyurmuştu. Mirabel Kardeşlerin ölümünden 1 yıl sonra ise Trujillo diktatörlüğü mücadele neticesinde yıkılacak ve Mirabel kardeşler, gerek diktatöre karşı mücadeleleri ile gerekse de trajik sonları ile hatırlanacak ve 25 Kasım 1960 günü simge haline gelecekti.

Mirabel kız kardeşler, yaşamları ve katledilmeleri ile insan hakları ve kadın hakları mücadelesinde birer sembol haline geldiler. Birleşmiş Milletler 1999 yılında 25 Kasım’ın “Kadına Yönelik Şiddetin Ortadan Kaldırılması için Uluslararası Mücadele Günü” olarak benimsenmesi kararını aldı.


“Belki de bize en yakın şey ölüm; fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz” (Maria Teresa Mirabel, 1936)

Kadına Karşı Şiddet.

Bugün dünyada her 3 kadından biri şiddetin bir türüne maruz kalıyor. Ne gelişen devletler ne kadın örgütlerinin mücadelesi şiddeti tamamıyla ortadan kaldırabildi. Kadınlar, her geçen gün katlanarak devam eden bir şiddet sarmalının içinde yaşamaktalar. Okulda, evde, sokakta, işte, markette, pazarda şiddete uğruyor, tecavüz ediliyor ve öldürülüyorlar. Kadına karşı şiddetin büyük bir çoğunluğunu ise aile içi şiddet oluşturuyor. Bunun yanı sıra iş hayatında da ciddi bir mobbinge maruz kalan kadınlar, şiddetin farklı bir yüzüyle de orada karşılaşıyor. Kadınların en çok maruz kaldığı şiddet türü ise duygusal/psikolojik şiddet. Kadınlar ve kız çocukları bugün aynı zamanda insan ticaretinin de birer nesnesi haline gelmiş durumdalar.

Türkiye ise durumu git gide kötüleşen ülkelerden biri. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması, iktidarın söylemleri, var olan ekonomik kriz en çok kadınları ve çocukları etkilemeye devam ediyor.  Kadınların istihdam oranının az olması sebebiyle bugün yüzde 70’i ekonomik olarak başkalarına bağlı, derinleşen ekonomik kriz ile kadınların durumları daha da belirsiz hale gelmeye başladı. Kadına karşı şiddet devam ediyor. Bugün artık şiddetin boyutu istatistik biliminin sınırlarını zorlar hale gelmiştir. Bianet Haber Portalı’nın hazırladığı verilere göre; Türkiye’de, erkekler 326 günde 285 kadını öldürdü, 711 kadına şiddet uyguladı, 193 kadının ölümü şüpheli, faillerin %60’ı koca/sevgili-eski koca, kadınların 561’i ev içinde öldürüldü, %29’u sokakta/ormanda öldürüldü, %53’ü ateşli silah ile öldürüldü. Ocak ayında erkekler 22 kadını öldürdü, Şubat ayında 33 kadını, Mart ayında 36 kadını, Nisan ayında 17 kadını, Mayıs ayında 18 kadını, Haziran ayında 24 kadını, Temmuz ayında 24 kadını, Ağustos ayında 34 kadını, Eylül ayında 22 kadını, Ekim ayında 22 kadını. Kasım ayının ilk 23 gününde ise erkekler 29 kadını öldürdü, 41 kadını yaraladı.[4]

Kimi zaman muhataplarımızın yahut muarızlarımızın dile getirdiği bir şeyle bitirelim: Kadına karşı şiddetin öz niteliği görmezden geliniyor. Kimilerine göre sorunun kendisi şiddettir. Oysa kadına karşı şiddettin gösterdiği özellikler ile söz gelimi erkeklerin yahut çocukların uğradığı şiddetin saikleri ve failleri arasında derin farklar bulunmakta. Kaç erkek abisi, babası, karısı, kız kardeşi, ablası, amcası, dayısı, sokakta onu takip eden birisi, iş yerinde beraber çalıştığı nezaketen merhaba dediği birisi, kapı komşusu tarafından öldürülmüştür? Ortada devam eden bir sarmal var ve ceza hukuku deyimiyle kadına karşı her türlü şiddette bir tipiklik unsuru mevcut. Yani girişi, gelişmesi, sonucu neredeyse birbirinin devamı, kopyası kimi zaman da ilhamı olan bir olgu kadına karşı şiddet. Haliyle ortada münhasıran bir kadına karşı şiddet sorunu vardır. Kadınların sadece kadın olmalarından ya da kadınlık rollerinden kaynaklı maruz bırakıldıkları şiddetin adı, salt şiddet değil kadına karşı şiddettir. İstanbul Sözleşmesi yaşasın, kadınlar yaşasın!


[1] https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/267920

[2] https://alternatifpolitika.com/eng/makale/the-history-of-violence-against-women

[3] https://web.archive.org/web/20130111161005/http://faculty.history.wisc.edu/sommerville/351/351-21.htm

[4] https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/253739-erkekler-326-gunde-285-kadini-oldurdu-711-kadini-yaraladi

Bir önceki

Ev/Aile İçi Şiddet Nedir? Neden Önemlidir?

Bir sonraki

Cinsiyetçilik Her Zaman Saldırmaz: Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Kuramı

Latest from Blog

İkrardan Dönüş

oturdum saydım. kaçıncı gündü. öldüğü, son nefesini verdiği gün müydü birinci gün. yoksa defnedildiği gün mü.

0 $0.00