Ajans Kafkas ile yaptığımız 3 Mayıs 2021 tarihli söyleşi
Yusuf Tunçbilek: “Kadın konusu son yılların en çok konuşulan meselesi. Tartışmalar genelde şiddet odaklı yapılıyor. İstatistikler kadın cinayetlerinin her geçen gün arttığını gösteriyor. Konuyla ilgili geliştirilen duyarlılıkların şu an için işe yaradığı söylenemez. Çerkesler bu noktada genel kitleden farklarını hep kadın-erkek ilişkilerinde ortaya koymaya çalışan bir topluluk olarak sürecin kendilerinden bağımsız olduğunu zannediyorlardı, ta ki Almastı (Çerkes Kadın Hareketi) çıkana kadar.
Almastı’nın yakın zamanda yayınladığı manifesto Çerkesler arasında bomba etkisi yarattı. Çünkü yukarıda işaret ettiğimiz üzere son dönem modern Çerkes kimliğinin kendini var etme alanlarından biri Çerkesler arasında kadın-erkek ilişkilerinin ne kadar medeni ve ileri olduğuna dönük geliştirilen kurguydu. Almastı bir biçimde bu noktayı hedef aldı ve Çerkes milliyetçiliği buna sert bir tepki gösterdi. Hatta sosyal medyada linç girişimlerinde bulunuldu.
Konuyla ilgili kadın hareketleri, ana akım medya ve Çerkesler tarafından çeşitli yaklaşımlar geliştirilmiş oldu. Bu süreçte ortalık biraz karıştı ancak zamanla her şey yerli yerine oturdu. Bütün bunlar yaşanmadan önce Almastı’ya bir söyleşi teklifinde bulunmuştum, sorular bundan dolayı tartışmalardan önce yazılmıştı. Yaşanan gerginlikler ve biraz olayların soğumasını beklemek totalde söyleşinin üç-beş ay gecikmeli yayımlanmasına neden oldu.
Sonuç olarak ayıp meselesinden milliyetçiliğe, Çerkes kadınlarının problemlerinden Kafkas sivil toplum kuruluşlarına, Almastı kadın hareketinin önceliklerinden grup içerisindeki ideolojik bütünlüğe birçok konuya değindik. Almastı şu an için bir internet hareketi gibi. Benzer yapılanmalar başlangıç zamanlarında oldukça ses getirmeye muktedir olmuş, ancak zamanla sönümlenmişlerdir. Sanırım bu noktada Almastı’nın geleceği genel kadın meselesi ve grup içerisindeki bütünlüğe bağlı olacak. İlgililere sunulur.”
Bu oluşumu kurmanız Çerkeslerin oldukça önemsediği ayıp meselesine takılır mı? Tabiri caizse, Almastı’yı kurmanız ayıp değil mi?
Teknik olarak bakarsak bu soru bile açıklamıyor mu bakış açısını? Kadınların, sesini bu şekilde, kendi normları dışında çıkmasına alışkın olmayan bir toplumuz, kadının sesi biraz yüksek çıktı mı orada bir denge şaşıyor. Yıllarca övünülen “kadın bizde değerlidir” cümlesinin altının aslında ne kadar boş olduğu ortaya çıkıyor.
Almastı çıktığı ilk günden beri zaten ayıp kavramı ile karşı karşıya bırakılıyor. Böyle bir oluşumu nasıl olur da kimseye danışmadan, thamadeler’den icazet almadan kurduğumuz üzerine çok eleştiri geldi. Söylediğimiz her şey ayıp diye damgalandı. Fakat biz bunda bir ayıp göremiyoruz. Bu toplumda büyümüş ve bu toplumda sorunlar yaşamış kadınların bir araya gelip eleştiride bulunması, sözünü söylemesi neden ayıptır? Ayıp kavramının sınırlarına kim karar verir? Üslubun nasıl olması gerektiğini kim belirler? Biz zaten kadınların konuşmasının ayıp sayılmasına karşı çıkarak yolumuza başladık. Biz zaten “ayıp” kafesinden çıkmaya çalışarak sesimizi yükselttik. Bütün tarih boyunca kadınların bir şeyler söylemesi ve haklarını araması buna benzer kavramlarla baskılandı fakat artık değil. Artık kadınlar, erkekler tarafından oluşturulan baskılama kavramlarına ve sınırlara karşı çıkıyor. Biz de öyle. Yaptığımız şeyin ayıp olduğunu asla düşünmüyoruz. Aksine, bizim dile getirdiğimiz şeylerin üstünün örtülmesi ayıptır.
Bildiri ya da çıkış metninizde “orta sınıf milliyetçi söylemi” tanımlamanız var. Bu kısmı açabilir misiniz? Milliyetçi söylem ve bunun kadınları etkileyen kısmı Çerkes kurumlarında mı inşa ediliyor?
Derneklerde dahil olunan kimlik moderndir. Neden? Çünkü geleneksel cemaatin aksine dernekteki cemaat, dahil olunduktan sonra bireyin kararıyla ayrılabileceği bir cemaattir. Sınırları katı değildir, cemaatten kopmak veya içinde olmak bireyin inisiyatifindedir. Buradaki kimlik, gelenekselden esintiler, özlemler taşısa ve geleneksel cemaatteki kimliğe benzese de temelinde oturulup üzerinde düşünülmüş ve pratize edilmiş bir kimliktir. Karakteri gereği milliyetçidir. Geleneksel dışlama ağlarına sahip olmadığı için bunu daha yerel pratiklerinde ve yapı içi çatışmalarında çözer. İddiaları bütüncüldür. Çerkes kimliğinin, bireyin sorunlarında çözüm olacağı inancını taşır. Söylem bazında toplumsal sınıfları görünmez hale getirir. Pratiğinde ise katılımcılarının modern kapitalist sınıflar içerisindeki konumu ile geleneksel sınıfsal konumları çoğu zaman atlanmaz.
Milliyetçi söylem elbette başlı başına kurumlarda inşa edilip çevreye yayılan bir şey değil, fakat kurumlar da buna hizmet ediyor. Çerkeslerin şehir yaşantılarında bir araya gelmeleri dernekler çevresinde oluyor ve dernekler de git gide, bulundukları ortam ve şartlardan soyutlanıyor. O yapının içinde farklı bir dünya varmış gibi bir izlenim yaratılıyor ve maalesef bu da dünyadan kopuk, özel ve ayrıcalıklı bir alanın inşasına yol açıyor. Sanki her şey Çerkeslikle çok mükemmelmiş gibi bir algı yanılması yaratılıyor. Halbuki hiçbir şey mükemmel değil, Çerkeslik de mükemmel değil. Bu özel yapıların ve kurulu kimliklerin içinden sıyrılıp bazı şeylerle yüzleşmek gerek. Bizim yüzleştirmeye çalıştığımız şey de ciddi bir problem olarak gördüğümüz patriyarka. Gerek derneklerde gerek dernek dışında ciddi bir ataerkil yapıya işaret ediyoruz ve o mükemmellik yanılsaması içinde bu söylem çok yabancı geliyor.
Türkiye ve Kafkasya’da Çerkes kadınlarının karşılaştırmalı problemlerini özetlemenizi istesek?
Aslında ortak sorunlar olduğu kadar farklı sorunlar da mevcut, mesela orada kız kaçırma hâlâ yaygın. İkinci eş olayı, Doğu Kafkasya genelinde şiddet de yoğun olarak devam ediyor. 2015 yılında Heinrich Böll Vakfı’nın Kafkasya’da kadınlar üzerine yapılan bir çalışması mevcut. O verilerle bugün oradan gelen haberleri karşılaştırınca durumun daha da kötüleştiğini görebiliyoruz. Ama ortak sorun olarak bakarsak iki tarafta da sesini çıkartan kadınlar için “ayıp” sopası ortaya çıkıyor. İki tarafta da kadınlar bir şekilde baskılanmak isteniyor var olan Çerkeslik normlarının dışına çıkılmaması isteniliyor. Bugün Kafkasya’da da kadınlar feminizm konusunda bilinçlenip ses çıkarmaya başladılar, biz burada ne tepkiler aldıysak orada da bu kadınlar benzer tepkileri aldılar. Mesela, daha gelenekçi gruplar sanki feminizm yüzünden gelenek ortadan kalkacak diye algı yaratıp, kamuoyu yaratmaya çalışıyorlar. Yine aynı şekilde kadın özgürleşmesinin Çerkesliği böleceğini düşünen bir grup da var. Tabii yine burada olduğu gibi “bizim kadınlar zaten özgür” algısı da var. Farklı ülkeler olsa da kadınlar olarak temelde yaşadığımız sorunlar hep aynı yerden besleniyor, “ayıp” kaygısı daha çok kadınları baskılayan, kısıtlayan bir kurum hâline geliyor. Şiddet gören bir kadın dahi bugün Kafkasya’da boşanmak istediği zaman, bazı aileler “bizde boşanmak olmaz, millet ne der” diyerek karşı çıkıp kadınların yaşadıkları şiddete sessiz kalmalarını istiyorlar. Kafkasya’dan yine örnek verecek olursak -hatta Diaspora ile çok benzeyen bir problem olarak- kaynanalık durumuna değinebiliriz. Kaynanaların baskısı gelinler üzerinde inanılmaz fazla. Evin tüm işinin gelinde olması bekleniyor. Tüm parayı alıp ailenin ekonomisini yöneten kaynanalar da var, gelin için bu daha zorlu bir durum yaratıyor; kaynanadan para istemesi, sürekli hesap vermesi gibi… Aile büyüğü kaynana olduğu için de bütün izinler yine kaynanadan alınıyor. Burada gelinlerin kendi ailelerine gitmeleri genelde “bizim adetlerimizde bu kadar çok gitmek yok” diye engellenebiliyor. Bunlar tabii beraber yaşayan aileler için geçerli. Diaspora bu tür baskılar olmasa da farklı tür baskılar yaşanıyor gelinlere karşı: Yine ev içi emeği gelin üzerine yıkmak, sürekli ayakta durmak, aynı masaya oturmamak gibi. Örnekler çoğaltılabilir, bugün diasporada bunlar eskiye göre biraz azalsa da hâlâ devam ettirenler mevcut.
Mücadelenizi bir biçimde Kafkas sivil toplum kuruluşları içerisinde veya gene aynı şekilde merkezi kadın örgütlenmeleri içerisinde vermeyip neden ayrı bir oluşuma gittiniz?
Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelemizi ve kadın hakları arayışımızı ayrı bir oluşumla başlatmayı daha uygun bulduk çünkü mevcut kuruluş ve topluluklarda bu sorunlarla özellikle ilgilenmeye meyilli bir yapı göremiyoruz. Kafkas sivil toplum kuruluşları ve derneklerde kadın toplulukları zaten var fakat onlarla bizim aramızda amaç, niyet, bakış açısı olarak farklarımız var. Dolayısıyla bu toplulukların bir alt yapısı olarak istediğimiz etkiyi yapamayacak ve belki istediğimiz çalışmaları gerçekleştiremeyecektik. Mevcut kadın örgütlenmeleri altında da buluşmak istemedik çünkü Çerkes kadınları ile diasporadaki diğer toplumların kadınlarının farklı ezilme sistemlerine maruz kaldıklarını düşünüyoruz, her toplumun dinamiği farklı. Baskılanma biçimleri topluma göre değişiyor ve mücadele biçimi, mücadele alanları da buna göre şekilleniyor. Çerkes kadınlarının mücadelesini verebilmek için Almastı gibi ayrı bir oluşuma ihtiyaç olduğunu hissettik ve kurduk.
Grup içinde ideolojik bir bütünlük söz konusu mu? Başörtüsü örneğin erkek hegemonyasının bir parçası mıdır yoksa kadın hareketinin bir bileşeni mi? Bu konuda bir fikir birliği var mı?
Almastı bir kadın hareketi olduğu ve kadın hareketinin kendisi oldukça politik zeminli olduğu için tabii ki ideolojik olarak bir bütünlükten söz edebiliriz. Hareketin feminist bir perspektifi olması ideolojik bütünlüğe tek başına fazlasıyla işaret ediyor. Fakat soruyu başörtüsü örneği üzerinden sorduğunuz için mütedeyyin-seküler ikiliğini temel alan ideolojileri kast ettiğinizi anlayabiliriz herhalde. Başörtüsünün ne’liğine gelecek olursak, kolektif bir yargıyla ortaya konulabilecek bir tanım yok, olmamalı da. Başörtüsü pek çok kadın tarafından farklı biçimlerde deneyimlenen bir şey. Dolayısıyla başörtüsünü şudur veya budur şeklinde bir niteleme yapmak kimsenin haddine olmaz. Almastı özelinde konuştuğumuz şey kadın hareketi olduğuna göre başörtülü kadınların da kadın hareketinin politik öznelerinden biri olduklarını hatırlatmamıza gerek yok herhalde. Ortaklaştığımız nokta kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği mücadelesidir. Felsefi bakış farkları olabilir ama temel insan hakları konusunda ilkesel birliğimiz var.
“Alaf/Semerkaw” kurumunu taciz ile eşitlemek fazla iddialı değil mi? Örnekleyebilir misiniz?
Biz manifestomuzdaki, bu ve devamındaki ifadelerde bariz şekilde Xabze’nin yozlaştırılmasını vurguladık ama kimse bunu umursamıyor sanki. Elbette Alaf/Semerkaw gibi pratikler başlı başına taciz ile eşit değildir fakat bu amaçla kullanılması örneklerine çok rastlıyoruz. Sözlü ve hatta fiziksel tacizlere varan durumlar bile oluyor, kadınların rahatsız olması ya görülmüyor ya da görülmek istenmiyor. Tam burada kadınların bu semerkaw/alafı durdurmak istemesi rahatsızlığını belli etmesine rağmen devam edilmesi tacize girer. Israrlı takipten bahsedebiliriz burada. Erkekler bunun farkında değiller, çünkü yaşayan ve deneyimleyen onlar değil. Kadınlar buna maruz kalıyor ve sizin de birinci sorunuzda sorduğunuz gibi, maruz kaldıklarına karşı çıkması “ayıp” olarak görülüyor. “Bunlar bizim geleneklerimiz”, “Sen Çerkesliği bilmiyorsun”, “Ne olacak şakalaşıyoruz” gibi kılıflarla hem tacizleri aklamak hem de kadının mağduriyetini yok saymak girişimlerine biz kadınlar çok rastlıyoruz ve bunlar münferit olaylar olmaktan çoktandır çıktı maalesef. Tabii bunları konuşabilmek için öncelikle taciz veya şiddetin sadece fiziksel olmadığı, sözlü/davranışsal tacizlerin de var olduğunu bilmek gerekiyor. Xabze gibi Alaf/Semerkaw pratikleri de erkeklerin kadın üzerindeki araçlarına dönüşüyor. Belki de çoktandır dönüştü.
Öncelikleriniz neler olacak?
En öncelikli amacımız Çerkes kadınların söz ve iradesine kamusal ve özel alanlarda yer açmak. Yani Çerkes kadınlarını, toplumda gerçek manada görünür kılmak. Sonuna kadar inkar da edilebilir ancak inkarlar, Çerkeslerde ataerkilliğin olduğu gerçeğini değiştirmez. Bizim temel amacımız da bu ataerki ile mücadele etmek. Kadınların ezildiği her türlü alanda var olmak ve diğer kadınların da varlığını göstermeye çalışmak. Yaşanılan her türlü cinsiyetçi ayrımcılığa, her türlü şiddete, baskıya ve gündelik hayattaki problemlerini dile getirerek onların sesi olmak, desteklemek ve ayrıca bunlara yönelik çözümler üretmek.
Peki sizinle birlikte mücadele etmek isteyen erkeklere kapınız açık mı?
Biz bir kadın örgütüyüz. Ataerki ile mücadele ediyoruz, yani erkeklikle. Ancak beraber mücadele etme konusunda, yapımız içinde erkeklere kapımız açık değil. Erkekler her yerde varlık gösterebiliyor ve bu sebeple kadınların varlıkları görünmez kılınabiliyor. Biz Almastı içinde kendi varlığımızı ve diğer kadınların varlıklarını önemsiyoruz.
Son olarak vurgulamak istediklerinizi toparlarsak?
İlk çıktığımız günden itibaren iyi/kötü birçok tepki aldık. Biz yapıcı eleştirilere elbette ki açığız ancak bizim toplumumuzda da “saygı” sürekli altı çizilerek belirtilen bir kavram olmasına rağmen bize karşı saygı eksikliğini çokça hissettik ve örnekler ile gördük. Mesela sizin sorularınızdaki üslup da biraz bu minvalde. Bu doğrultuda; aslında yapılan bu eylemler bizleri kırmak, üzmek veya sinirlendirmekten öte savunduğumuz şeyleri ne kadar da destekler nitelikte hareket ettikleri oldu. Bu yüzden hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyoruz, çok doğru bir karar alıp Almastı olarak yola çıkmışız.
Not: Bu söyleşi http://ajanskafkas.com/soylesi/almasti-ile-cerkes-kadinlari-uzerine-soylesi/ adresinden alınmıştır.