Tuma Nursima Tuna
Abrekler; önceleri yaşamını toplumsal kural ve geleneklerden uzakta, dağlarda sürdüren kişilerdi. Zaman içerisinde ise, Rus işgaline karşı mücadele eden kişilere verilen isme dönüştü. Özellikle 19. yüzyılın başlarından itibaren, adaleti sağlamak için dağlara giden ve işgalcilere karşı kendi özgürlük mücadelelerini başlatan yalnız savaşçılar… Eskinin kanunsuzları olan Abrekler, Kuzey Kafkasyalı halkların, adalet için mücadele eden cesur kişilere verdiği bir nişan hâlini almıştı. Adaletsizliğe, onursuzluğa karşı durması sebebiyle Abreklik, çoğu Kuzey Kafkasyalı tarafından alınabilecek en yüksek unvanlardan biri olarak görüldü ve bu insanlara büyük saygı gösterildi. Şarkılar onlara ithaf edildi, haklarında dilden dile dolaşacak efsaneler ve vefatlarında nesillerce hatırlanacak ağıtlar söylendi.
Peki, şöyle bir zihnimizi yoklayalım. Abrek dediğimizde aklımıza ilk gelen isimler kimlerdir? Abrek Zelimhan, Abrek Hamurzin, Tıgıjuko Kızbeç, Wezi Murat, Abrek Akhmed Khuchbarov, Khasukh Magomadov… Oysa ben bugün sizi; Abreklik ve erkeklik sıfatlarının birbirinden ayrılmayacağı yönündeki ezberimizi bozan bir Abrek ile tanıştırmak isterim: Abrek Laysat Baysarova.
Laysat, 1920’de, şu an İnguşetya sınırlarında bulunan Galaşke köyünde doğdu. Örnek bir Sovyet vatandaşı olarak büyüdü. Dönemin en etkili politik gençlik birliği olan Komsomol’a üye oldu. Laysat, Elbruz’un zirvesine tırmanan ilk kadın olup 1939 yılındaki bu tırmanışta eşi Akhmedkhan ile tanıştı ve ikili sonrasında hayatlarını birleştirdi. Tümgeneral Nikolai Mihayloviç Bulanov, Laysat’ı sadık, zeki, disiplinli ve çalışkan olarak tanımlıyor. Peki, Komsomol’un Itum-Kalinsky bölge komitesi sekreteri ve ideal bir Komsomolka olan Laysat nasıl oldu da Sovyet iktidarına ihanet ederek Abreklik yolunu seçti?
23 Şubat 1944’te başlayan sürgün operasyonu ve devamında yaşananlar, çoğu Vaynakh gibi Laysat’ın da hayatında bir dönüm noktası oldu. Bölgede operasyondan sorumlu Sovyet güçleri, bölge halkını sürgüne karşı çıkmaması yönünde telkin etmesi için Laysat’ı görevlendirmişti. Karşılığında ise Laysat’a ve ailesine dokunulmayacağını, sürgünden muaf tutulacaklarını ilettiler.
Bölgenin Çeçenlerden temizlenmesi görevini sessizce yerine getirmek amacında olan Sovyet güçleri, Laysat’ın “kendilerine ihanet edecek bir hain” olma ihtimalini hiç düşünmemişlerdi. O gün neler hissettiğini Laysat kendi sözleriyle şöyle anlatıyor: “Sovyet rejimine ihanet eden ben değildim, onlar bana ihanet etti. Ve sadece bana değil, bütün milletime ihanet ettiler. 23 Şubat 1944’te her şey bir anda değişti. Özgürlüğümüzü, toprağımızı, neşemizi, dağlarımızı ve nefis havamızı elimizden aldılar. Bana alaycı bir şekilde, ‘Bir vatansever olduğunuz için, sizi ve milletinizi vatanınızdan, ailenizden ve hatta hayatınızdan mahrum etmemize yardım edin.’ dendiğinde Sovyet gücünün ne olduğunu anlamıştım. Şimdi kimin hain ve kimin intikamcı olduğuna kendiniz karar verin.”[1]
23 Şubat 1944 günü sürgün operasyonunun başlatılmasıyla Laysat ve Akhmedkhan, Sovyet yönetimine karşı isyan edip özgürlük mücadelesi başlatmış olan Hasan İsrailov’un gerilla birliğine katıldı. Laysat, İsrailov’u ve birliğini haydut olarak tanımlayanlara karşı çıkmış ve onları gerçek vatanseverler olarak tanımlamıştır. Burada Laysat’ı daha iyi anlayabilmek için İsrailov’un mücadelesine dedeğinmek gerekir diye düşünüyor ve İsrailov’un kendi sözlerini aktarıyorum: “Sovyet yetkilileri 20 yıldır halkımla savaş halinde ve onları grup grup yok ediyor: önce kulaklar, sonrasında mollalar ve en son da burjuva milliyetçiler. Ben artık bu savaşta gerçek hedefin milletimizin bütün olarak imha edilmesi olduğuna eminim. Sadece Çeçen-İnguşetya’da değil, kızıl emperyalizmin ağır boyunduruğu altındaki bütün Kafkasya halklarının özgürlüğünü kazanmasının zor olacağını biliyorum. Kafkasya’nın ve tüm dünyanın özgür halklarının desteğine ve adalete olan ateşli inancım, sizin gözünüzde küstah ve anlamsız olsa da, benim inancıma göre tek doğru olan bu eylemde bana ilham veriyor.”[2]

Sovyet yönetimi tarafından yıllarca sistematik biçimde kültürleri yozlaştırılmaya çalışılan Çeçenlerin sürgününe aranan bahane de bu adalet ve özgürlük talebi olmuştu. Bir ulusun tamamı, düşmanla işbirliği yaptığı gerekçesiyle yurdundan edildi. Sürgün sebebiyle çoğu Çeçen ailenin yaşadığı yıkımı, Laysat’ın ailesi de yaşamıştı. Yaşatılan zulmü Laysat şöyle anlatıyor: “Bir yaşındaki oğlumu kaybettim. Küçük Şamil’im, onu büyüten Akhmetkhan’ın annesiyle birlikte, Sovyet devleti haydutları tarafından çocuğuma dokunmayacaklarına söz vermelerine rağmen bilinmeyen bir yere götürüldü. Nazik, güzel, uzun zamandır beklenen bebeğim 23 Şubat 1944’te, sürgünün ilk gününde öldü. Galayuki’deki okulda İnguş çocuklarına bilgelik öğreten anne ve babam… Dört erkek ve üç kız kardeşim… Hiçbirinin nerede olduğunu bilmiyorum. Ve kocam, harika, güçlü, nazik Akhmetkhan’ı, Eylül 1944’te Moista’da bizi çevreleyen çekistlerle yapılan bir savaşta kaybettim. Korkunç bir gündü, kalbimde ve alnımda iyileşmeyen bir yara bıraktı.”[3]
İşte Komsomolka Laysat’ı, Abrek Laysat yapan da ulusuna yaşatılan bu acılardı. Keskin nişancı eğitimi almış olan Laysat, dağlara çıkışının ardından bölgedeki NKVD[4] askerleri tarafından “Panter” lakabıyla anılır oldu. Ulusunun sürgün olduğu yıllarda, dağlarda sürdürdüğü mücadelesi boyunca yüzlerce çekisti öldürdü. Sovyet birlikleri tarafından hiçbir zaman yakalanamadı ve 2005 yılında vefat etti.
Şimdi yazının başına dönüp Abrek kelimesinin aklımıza getirdiği isimler ile Laysat’ın hikâyesini birlikte düşünelim ve şunun cevabını birlikte arayalım: Vatanını savunmak bizim için tam olarak ne zaman erkek işi (!) oldu? Tarihi işgal, sürgün ve savaşlarla bezeli Kafkasya’da vatanını savunan kadınlar neden tarihimizde diğer Abrekler kadar yer bulmadı? Cephedeki erkekler kahramanlaştırılırken, kadınların savaş deneyimleri neden hep daha üstü kapalı, daha kısa anlatıldı?
İtalyan iç savaşındaki Kadın Yedek Birliği üzerine araştırma yapan Schiavo’ya göre “Cephelerde savaşan kadınlar, savaşın hemen sonrasında yaratılmak istenen ‘iyi anne, sadık eş’ modeline uymadıkları için çoğu zaman tarihten silinmişlerdi.” [5]
Cynthia Enloe, Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu’nun 2012 yılında düzenlediği Savaş, Hafıza ve Toplumsal Cinsiyet Konferansı’ndaki konuşmasında, savaş sonrası yapılan ‘anıt’larda kadınların nasıl yok sayıldığı, anıtların erkeklerin zaferleri ya da kayıpları etrafında şekillendiği, kadınlara yer verilmediğine dair tespitlerde bulunuyor. [6] Oysa savaşın yıkımını sadece cephede değil, cephenin gerisinde de yaşayan kadınların savaşa dair anlatacak çok daha fazla şeyi var. Bunları doğru tespit edebilmek için savaş sırasında kadınlara uygulanan şiddeti, erkeğe ve ulusa saldırı olarak algılamayı bırakıp; kadını da savaşın bir öznesi olarak görmek, kadının savaş tecrübesini yine onu özne olarak konumlandırarak ele almak gerekir.
Militarizmden en çok etkilenen kadınlar ve çocuklar, savaş sırasında özne değil nesne olarak var olurlar ve militer güçlerin saldırıları altında kalırlar. Bir savaşçı olarak bu sürece dâhil olan kadın ise, erkekleştirilir, kadınlık özellikleri ondan alınır. Kadınların savaşamayacağı yönündeki algı yıkılmak istenmez. Kadına atfedilen “feminen” özellikler (narinlik, hassaslık, anaçlık gibi) savaşa uymayacağı için savaşan kadın da kadınlığa ters düşmektedir. Laysat da diğer savaşçı kadınlar da ya erkekleştirilir ya da kutsallaştırılır, Jeanne d’Arc örneğinde olduğu gibi. İçinde bulunduğu toplumun erkekleri gibi davaları peşinde koşan kadınların ele alınma şekli bu yaklaşımı içermektedir. Laysat’ın “Abrek” ismini alması da bunun açık bir örneği olarak görülüyor.
Laysat’a ve onun nezdinde kadının vatanseverliğini, sadece vatansever nesiller yetiştirmekle sınırlandıran ataerkilliğe başkaldıran tüm Kafkasyalı kadınlara saygıyla…
[1] http://chechenews.com/%d0%bb%d0%b0%d0%b9%d1%81%d0%b0%d1%82-%d0%b1%d0%b0%d0%b9%d1%81%d0%b0%d1%80%d0%be%d0%b2%d0%b0-%d0%bd%d0%b0%d1%80%d0%be%d0%b4%d0%bd%d0%b0%d1%8f-%d0%bc%d1%81%d1%82%d0%b8%d1%82%d0%b5%d0%bb%d1%8c%d0%bd/
[2] https://www.quora.com/What-did-Hasan-Israilov-who-lead-the-Chechen-guerrillas-of-WWII-think-of-victims-of-Nazi-Germany-Was-his-alliance-with-Germany-one-of-choice-or-necessity
[3] http://chechenews.com/%d0%bb%d0%b0%d0%b9%d1%81%d0%b0%d1%82-%d0%b1%d0%b0%d0%b9%d1%81%d0%b0%d1%80%d0%be%d0%b2%d0%b0-%d0%bd%d0%b0%d1%80%d0%be%d0%b4%d0%bd%d0%b0%d1%8f-%d0%bc%d1%81%d1%82%d0%b8%d1%82%d0%b5%d0%bb%d1%8c%d0%bd/
[4] Sovyetler Birliği’nin İçişleri Bakanlığı. NKVD II.Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren kolluk faaliyetleri üzerinde tekel oldu. Bu dönemde, hem sıradan asayiş faaliyetlerini hem de gizli polis faaliyetlerini içeriyordu.
[5] https://m.bianet.org/bianet/print/138545-kocaya-degil-savasa-kacan-kadinlar
[6] https://tr.boell.org/tr/2014/06/16/savas-hafiza-ve-toplumsal-cinsiyet-yayinlar