Yaşayan ve dönüşen bir olgu olan kültür‚ insanlığın çok eski zamanlarından beslense de yaşamak için çağa ayak uydurma gibi bir görev üstlenmelidir. İnsanlık ilerlerken kültür değişmezse geride kalıp unutulmaktan başka yolu yoktur. Yenilenmeyen‚ çağın gereklerine uymayan kültürel değerler ya unutulur ya da aynı kültürü taşıyan insanlar modernite ile karşılaştıklarında daha konforlu bir alana geçerek “asimile” olurlar. İnsanların yaşayışlarını‚ algılarını ve gündelik hayatlarını şekillendiren kültürün‚ Çerkesler için düzenleyicisi ve koruyucusu ise Xabze’dir. Çerkesler uzun dönemler bu yapıya uygun yaşamışlardır. Fakat diasporada yaşayan bir halk olarak bir savunma refleksi ile kapalı bir topluluğa dönüşmüş ve kendi değerlerini koruyabilme fikri ile bir nostaljiyi yaşatmayı‚ asimilasyona direnme gibi elverişsiz bir kavramla açıklayarak melankolik bir kimlik inşa etmişlerdir.

Hiçbir kültürün‚ başka bir kültür tarafından bilinçli bir şekilde asimilasyon politikasına maruz kalması savunulacak bir şey değildir. Fakat bizzat bu kültürün içinde yaşamış kişiler tarafından Xabze’nin eleştirilmesi‚ onu reddetmek veya tamamen ortadan kaldırmak (yani asimilasyon) anlamına gelmez. Eleştirel yaklaşımın amacı‚ yaklaşılan durumu/olguyu/kavramı daha iyi veya kullanılabilir hale getirmektir. Eğer asimilasyonla mücadele bir öncelikse bu takdirde içsel bir olguya dönüşen asimilasyonun nasıl engelleneceği‚ kendi insanlarının bu kültürden ve siyasetinden neden kopuk bir hayat inşa etmeye çalıştığını anlamak gerekecektir. Xabze’nin toplumsal cinsiyet bağlamında eleştirel bir tutumla ele alınması da bu sebeple gerekli. Xabze eleştirisi meşru ve Xabze bir kişinin/topluluğun tekelinde değildir. “Modern” yaşam geleneksel kural ve ilişkileri aşındırırken‚ “yozlaşma” deyip geçtiğimiz bu kaçınılmaz aşınmalara‚ yükü kadınlara bindirilen değişiklikler çözüm olamaz. Bu aşınmalar yaşanırken korunmaya çalışılan kültürel yapılanmalarda kadınların da sesi duyulmalıdır. Duyulmadığı takdirde ise uzunca bir süre beklemeden zaten ortada korunacak bir değerin kalmayacağı da açıktır. Xabze diye anlatılan ve kutsanılan milliyetçi‚ etnosentrik anlatı Xabze’nin kendisinden ziyade sömürüsüdür. Ancak yaşanmış ve yaşanılan Xabze uygulamalarının görünmez ettiği kadın gerçeğini tartışmadan ufak iktidar alanları dışında çağımız gerekleri açısından Xabze’nin bir geleceğinin olmadığı da açıktır. Yaşanılan kurallar bütünü; çağa‚ mekâna‚ toplumun ve kadınların taleplerine göre düzenlenebilir ve devam ettirilebilir. Almastı’nın çağrı metninden tekrarlamak gerekirse: “Xabze sömürüsünü bırakın. Xabze; katı‚ değişmeyen‚ özcü bir gelenek‚ hele hele bir ideoloji değildir. Xabze özcülüğü ile kadınları dışlayarak kurduğunuz iktidarlar yıkılmalıdır.” Bunun açıklaması basitçe şudur: Kendinize bir savunu alanı ve dayanak olarak kullandığınız Xabze kurallarına dayanarak kadınların görünmez hale getirilmesi ile övünmeyi bırakın. “Xabze’nin temel amacı ‘insanı ve toplumu daha iyiye götürmek‚ birey ve toplumun huzur ve güvenini sağlayacak mutlu bir dünya ve yaşam kurmak ve korumak’ değil miydi? Xabze dogmatik bir kurallar bütünü olmayıp‚ bu temel amaç doğrultusunda esnek ve devingen olmayacak mıydı?” Bu idealler içinde kadınların da talebi dinlenmeyecek mi?

Özeleştiri yoksunluğunun getirdiği savunulardan biri olan “Bizim kültürümüzde böyle şeyler olmaz” ifadesi başlı başına bir kabullenmedir ve ilerlemenin önünü tıkar. Her şeyi olduğu gibi kabul etmeye götürür‚ olumsuzlukların üstüne bir örtü çekilir. Çerkesler özelinde konuşacak olursak; bu savunma mekanizmasına sarılanlar ve eleştiri önüne set çekenler ya çevresindeki insanları dinlemiyor ya da görünmez hale getiriyorlardır. Bu görünmez hale getirmenin başlıca enstrümanı ise toplumdan dışlamak‚ adeta asimile olmasına sevinmektir. Kadınlığın edilgen durumunu anlamak isteyenler için hali hazırda yazılmış Çerkes yazınına bakmak dahi kafidir. Bu da olmazsa annelerine‚ teyzelerine‚ yengelerine‚ nenejlere sorup onları dinleyebilirler. Bizim kültürümüzde kadınlar ev içi işlere mahkum edildiler. İş hayatında sınırlandırıldılar. En ufak hareketleri‚ mimikleri bile kontrol altında izlendi. Xabze sömürgenlerinin özlemle andıkları dönemler aslında kadının bir varlık olmaktan ziyade bir mübadele aracına döndüğü‚ gelin olduktan sonra bireyliğinin baskılandığı bir sistemdir. Psikolojik şiddet aranacaksa aranması gereken yerlerin başı burasıdır. Tüm bunların dile gelme zamanıdır ve baskı mekanizmaları kültürün taşıyıcısı gibi övülmemelidir.
Bugün geldiğimiz noktada‚ bu baskı mekanizmalarının hem hiç olmadığı hem de geçmişte kaldığı önermeleri aynı cümlede kullanılabiliyor. Geçmişte kaldığı iddia edilenler‚ kolektif hafızanın ana bileşenidir. Yani modern bir kimlik olarak Çerkes kimliğinin ana bileşeni. Kaldırıp kafasını etrafına bakanlar‚ Anadolu köylerinde veya şehir taşralarında kadınların çektiklerine kulak vermek isteyenler toplumda medeni ölü haline getirilmenin ne kadar basit olduğunu‚ ciddi travmalar yaşayan Çerkes kadınının dertlerinin ne olduğunu anlayacaklardır. Öte yandan genç jenerasyon da bu anlatı ve hafızayla büyütülmüştür. Etkisinin bugün bile hissedildiği bir uygulamalar bütününün geçmişte kaldığı iddia edilemez. Küçük kızların‚ “çok konuşma‚ yüksek sesle itiraz etme‚ bazı şeyleri unut‚ görme” telkinleri ile kişilikleri oluşturmaya çalışıldı. Bunlar bugünü bire bir etkileyen unsurlardır. Çerkes STK’larında kadının temsiliyet oranlarına bakıldığında aslında ne demek istediğimiz açıkça anlaşılacaktır. Bunlarla yüzleşmek doğru bir başlangıcın birinci adımı olacaktır. Hareketimizin çıktığı günden beri aldığı tepkiler aslında kadının sesinin nasıl da baskılanmak istendiğinin de bir göstergesidir. Bu sefer de‚ tarih boyu hiçbir karar alma mekanizmalarına alınmayanların‚ yani kadınların sesini duyalım.

Burada kısaca bir not düşmekte fayda var: Diasporada bulunmanın‚ farklı kültürlerle etkileşime girmenin‚ siyasal İslam’ın‚ Türk milliyetçiliğinin‚ şehirli ya da köylü olmanın bu nevi değişimlerde etkisi olmadığını savunmak elbette yersizdir. Ancak yine bir görünmez inşa edip‚ yine bir “dışarı” inşa edip‚ kusur sahibini dışsallaştırmanın ne pratikte bir faydası vardır ne de olanı anlamakta. Çerkes kadınının sorunu tek başına Anadolu İslam’ı ile Anadolulukla‚ sağ siyasetle açıklanamaz. Sayılan etkenler bu yazının konusu olmamakla birlikte başka yazılarda ele alınacaktır.

Ataerkillik‚ kadına karşı yönelen sistematik baskılama elbette evrensel bir sorun‚ dünyanın her yerinde kadınlar tacize uğruyor‚ dövülüyor‚ öldürülüyor‚ psikolojik şiddete maruz kalıyor. Ataerkillik her toplumda farklı biçimlerde‚ farklı açılardan ve farklı tahakküm aygıtlarını kullanarak ilerler. İçindeki kültüre entegre olur ve kadını baskılamanın bir yolunu bulur. Bu nedenle her kültürün dinamiklerini ayrı incelemek gerekir. Almastı’nın “Çerkes” Kadın Hareketi olarak çıkmasının nedeni de tam olarak budur. Çerkeslerin kültürü içindeki ataerkil yolları tespit etmek ve tartışmak. Çerkes toplumunda anlatılan kadın imgesinin anlatıdan farklı bir halde olduğunun resmini çekmek elzemdir.

Biz diyaloga ve katılıma açık bir yapı kurmanın heyecanı ile bu yola çıktık. Muhataplarımızın bu cemiyetin içinde olduğunun farkındayız. Bahsedilen baskılanmaların içerisinde tacizlerin de olduğunu topluma bizim aracılığımızla aktarmak isteyen kadınlar varsa bunların sesinin de görünür kılınmasından vazgeçecek değiliz. Ancak konu birey olarak erkek değil erkekliktir‚ ataerkilliktir‚ toplumsal rollerin kutsanmasıdır‚ dondurulmasıdır.

Sonuç olarak; bu yazı bir savunma yazısı değildir. Bizler şüpheli ya da sanık değiliz. Bize akıl almaz iftiralarla saldıranlara gelince; onlar bu kültürün ne yargıcı ne savcısı ne de kolluğu. onlar Çerkesliğin noteri olmadığı gibi bu kimliğin tek sahibi de değildirler. Huzurlarını belki de bundan kaçırdık. Görünmez kılınan‚ dışlama üstüne kurulan mikro iktidar alanlarını‚ kabullerini yıktık.

Biz bunları yaparken bize destek olan‚ bizimle aynı fikirde olmasa dahi demokratik tartışma zemininin önünü açanlara da teşekkür etmeyi bir borç biliriz. Linç kültürü olağanlaşmayacaktır.
Ahı alınan‚ hakkı yenilen nenejlerimize ithaf ile…

Almastı – Çerkes Kadın Hareketi

0 $0.00