Cinsiyetçilik Her Zaman Saldırmaz: Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik Kuramı

27 'da okunur

Zeynep Yağan


Antik çağlardan günümüze gelene kadar pek çok zaman ve pek çok kültürde kadınlar aşağılandıkları kadar el üstünde tutulup saygı da görmüştür. Ne de olsa “kadınlar çiçektir” ve cennet, babalarına güzel çocuklar veren annelerin ayakları altındadır. Kadınlar bir erkeğin himayesinde korunmalı ve kollanmalıdır çünkü bir erkek eşini bulana kadar asla tamamlanmış sayılmaz. Her başarılı erkeğin arkasında onu çekip çeviren müthiş bir kadın vardır. Peki, neden bu yazı cinsiyetçilik üzerine?

Seksizm, ya da Türkçeleştirilmiş haliyle cinsiyetçilik, genellikle kadınlara karşı bir saldırganlık olarak görülmektedir. Bu tanım çoğu durumda doğru olmakla birlikte cinsiyetçiliğin önemli bir bileşenini dışarıda bırakmaktadır: Kadınlara karşı öznel olumlu duygular, genellikle cinsiyetçi antipati ile birlikte ilerlemektedir. Sosyal psikologlar Peter Glick ve Susan Fiske, 1996 yılında yayınladıkları makalelerinde cinsiyetçiliği, iki alt kolu olan çok boyutlu bir yapı olarak tanımlamışlardır. Bu iki alt kol; korumacı ve saldırgan cinsiyetçilik olup Glick ve Fiske’nin tanımladıkları kavramın neden Çelişik Duygulu Cinsiyetçilik adını taşıdığını özetlemektedir.

Korumacı cinsiyetçilik; bazıları için olumlu sayılabilecek özelliklerden bahseden ancak kadınlara belirli stereotipler (kalıp yargılar) çerçevesinde bakan ve o kalıplar içerisinde değerlendiren cinsiyetçi tutumlar dizisidir. Korumacı cinsiyetçilik, erkek egemenliğin centilmenvari ve sevecenvari bir ifadesidir. Üstenci bir bakış olmasına karşın bazen bu söylemler ya da eylemler onur verici ya da hoş olarak algılanabilir. Glick ve Fiske, korumacı cinsiyetçiliğin iyi bir şey olmadığını çünkü esasen olumlu duygular yaratıyormuş gibi görünse de temelinde geleneksel/kültürel kalıp yargılar yattığını ve sonuçlarının zarar verici olduğunu ifade etmişlerdir. Ayrımcılıktan beklenen saldırgan üsluba, saldırgan cinsiyetçilik gibi uymadığından bazen olumlu olarak algılanabilir ve bastırmayı daha zararsız göstererek kadınlara toplum tarafından dayatılan rollerin yine kadınlar tarafından benimsenmesini kolaylaştırabilir. Korumacı cinsiyetçiliğe verilebilecek en büyük örnek neredeyse her kültürde gözlenen “Kadın korunmaya muhtaçtır” inancıdır. Bu inanç kadını zayıf göstermekte, onu erkeğe bağımlı hale getirmekte ve neredeyse bir erkeğin sahip olduğu cansız bir obje, bir eşya haline getirmektedir. Bu inanış; sokakta kadınların erkeklere kıyasla daha fazla fiziksel saldırıya uğramalarına neden olmaktadır çünkü “kadınlar narin oldukları için şiddete karşı koyamaz”lar. Çocukken “Kızsın, sana vurmayacağım” şeklinde dile dökülen önyargı, aynı kişi büyüyünce “Sana saldıracağım çünkü senin sesin çıkmaz” demeye başlayacaktır.

Korumacı cinsiyetçiliğin yanı sıra saldırgan cinsiyetçiliği de anlamak önemlidir çünkü hemen hemen her kültür ve zamanda kadınlar erkeklerden daha az sosyal statüsü olan rollerle sınırlandırılmıştır. Saldırgan cinsiyetçiliğin öncelikli hedefi; toplumsal hareketlerin ve artan cinsiyet eşitliğinin geleneksel erkek egemenliğini tehdit ettiği modern bir bağlamda, yoğun olarak norm dışına çıkan feminist, aktivist, kariyer sahibi olan ya da özgürlüklerini kendi ellerine almış; yani kısaca erkek egemenliği ve erkeğin statüsünü tehdit eden, normlara uymayan kadınlardır. Buna örnek olarak; hâlâ kadınların iş sahibi olmalarına (özellikle de toplumca maskülen algılanan iş kollarında çalışmalarına) veya işlerinde yüksek statülerde olmalarına kötü gözle bakılması verilebilir. Kadınlara kültürler tarafından atanan kalıp yargılar pek çok pozitif özellik içeriyor olmasına karşın bu pozitif özellikler genellikle sosyal ya da duygusaldır (örneğin anlayışlı olmak, empati yapabilmek, iyi bir dinleyici olmak vb.). Bu nedenle kadınlar, önemli görevlerde “iyi ama yetersiz” olarak tasvir edilmektedir. Buna verilebilecek belki de en iyi örnek; kadınların devlette ya da toplumda yüksek pozisyonlara gelmemeleri gerektiğine dair sosyal medyada yapılan yorumlar olabilir. Yapılan bu yorumların gerekçesi ise genellikle kadınların fazla duygusal (erkeklere dayatılan kalıp yargılarda olmayan, kadınlarda olumlu olarak algılanan bir özellik) olmaları ve bu nedenle mantık yerine duyguları ile kararlar verebilecekleridir. Bu bakış açısı yanlış olmasının yanı sıra oldukça saldırgandır.

Korumacı ve Saldırgan Cinsiyetçiliğin Temelleri

Peki, aynı amaca hizmet eden bu davranışların temelinde aslında neler vardır? En temelde kısaca erkek egemen düzen yani patriyarka olduğu söylenebilir. Kadınların, hem erkeklerin hemcinslerinden alamadıkları/alamayacaklarını düşündükleri duygusal desteği onlara verebilir hem de yeni bir insan medyana getirebilip ve ona bakabilirler. Bu durum kadınlara ikili bir güç vermekte ve bu güç, hem kadınlara yönelik koruyucu tutumlara hem de anne ve eş rolüne duyulan saygıya yol açmaktadır. Ayrıca kadınlar romantik nesneler ve/veya arzu nesneleri olarak idealleştirilmekte hatta objeleştirilmektedir. Bu da tam olarak korumacı cinsiyetçilik olarak tanımlanan tavırlara neden olmaktadır.

Korumacı cinsiyetçilik kadınlara daha “olumlu” bir bakış getirse de temelde saldırgan cinsiyetçilikle aynı varsayımları paylaşır: Kadınlar sınırlı roller içinde yaşayan (bu roller de genellikle ev ve aile ile ilişkilidir), daha zayıf kişilerdir. Hem saldırgan hem de korumacı cinsiyetçilik temelde erkin yapısal gücünü haklı çıkarmaya hizmet etmektedir. Saldırgan cinsiyetçilik; kadının ekonomik, yasal ve politik kurumlarda karar verme mekanizması olarak işleyemeyeceğini söylerken (“Saçı uzun aklı kısa” gibi çeşitli söylemler yardımıyla), korumacı cinsiyetçilik kadınları evdeki rollere yakıştırarak bu düşünceyi rasyonalize eder (okuyan ya da çalışan bir kadına ne zaman evleneceğini sormak gibi). Bunun yanı sıra korumacı cinsiyetçilik, saldırgan cinsiyetçiliği telafi etmek ya da meşrulaştırmak için de kullanılabilir. Bu davranışa en belirgin örnek ise “Ben cinsiyetçi ya da ayrımcı değilim; onları koruyorum, başlarına bir şey gelmesin istiyorum, kadınlar başımızın tacıdır” anlamına gelecek cümlelerdir.

Temelde bu iki kolun paylaştığı 3 temel nokta vardır. Bunlar paternalizm (babacılık), cinsiyet farklılığı ve heteroseksizmdir. Paternalizm kısaca bir kişinin başkalarıyla ilişkilerinin “çocuğuyla ilgilenen bir baba gibi” olmasıdır. Bu tanım hem tahakküm (baskıcı paternalizm) hem de şefkat ve koruma (koruyucu paternalizm) çağrışımları içerdiği için, cinsiyetçiliğin çelişik duygulu olduğu görüşüyle örtüşmektedir. Baskıcı paternalizmin savunucuları, kadınları yetkin yetişkin bireyler olarak kabul etmeyerek ve bu sayede üstün bir erkek figürüne duyulan ihtiyacı meşrulaştırarak ataerkiyi beslemektedirler. Korumacı paternalizm, erkek cinsiyetinin evin reisi olduğu ve eşinin sosyal ve ekonomik statüsünü sürdürmek için ona bağımlı olduğu geleneksel senaryoda oldukça belirgindir. Baskıcı ve koruyucu paternalizm birlikte de var olabilir çünkü “erkek kadına eş, anne ve romantik bir nesne olarak bağımlıdır ve bu nedenle kadınlar sevilmeli, korunmalı ve el üstünde tutulmalı”dır. Kadının zayıflığı, erkeğin koruyucu ve doyurucu rolünü yerine getirmesini sağlamaktadır.

Gelişimsel bağlamda kişiler arası yapılan ilk gruplama şekli cinsiyetlerdir. Çocuk, içinde olduğu toplum için kadın ve erkek normlarını öğrenir ve insan kategorisi için ilk gruplamasını cinsiyet temelli yapar. Sosyal kimlik teorisi; sosyal statünün belirli bir grup üyeliğine bağlı olduğu durumlarda gruplar arası ayrımcılık yapma eğiliminin güçlü olacağını öne sürer. Bu ayrımcılık, statü farklılıklarını haklı çıkaran sosyal ideolojileri yaratmaya olanak sağlar. Baskıcı paternalizm gibi rekabetçi cinsiyetçilik de erk düzeni için sosyal bir gerekçe sunar. Bu durumda sadece erkekler önemli sosyal kurumları yönetmek için gerekli özelliklere sahip olarak algılanır (aile, çeşitli meclisler ya da kültürel yapılar gibi). Bununla birlikte; farklılaşmaya yönelik rekabetçi dürtünün yanı sıra erkeklerin kadınlara olan ikili bağlılıkları (anne, eş, romantik nesne), kadınlarda erkekleri tamamlayan pek çok özellik olduğu fikrini besler. Bu durum, “tamamlayıcı cinsiyet farklılaşması” olarak tanımlanır.

İkili cinsiyet rejimi; doğumda atanmış cinsiyetleri değerlendirerek sadece iki cinsiyet olduğunu, bunun kadın ve erkekten ibaret olduğunu öne sürüp zorunluluk olarak dayatan baskı biçimine verilen isimdir. Cinsiyetin, toplumsal bir sistem aracılığıyla maskülen/erkek ve feminen/kadın şeklinde birbirine karşıt olarak konumlandırılan iki form ile sınıflandırılmasıdır. Bu rejim aynı zamanda cinsiyetlere “biyolojik” bir öz atfeder, bu öz üzerinden toplumsal cinsiyetin inşa edildiğini savunur, toplumsal cinsiyeti birbirine karşıt ve tamamen farklı olduğunu öne sürdüğü iki cinsiyetle sınırlar. Toplum, cinsiyeti ikili tanımladığı için cinsiyet normları da bu ikilinin ying ve yang gibi mükemmel bir uyumu olması üzerine kurulmuştur. Bu ikiliğin dışına çıkan kişiler normların ve dolayısıyla toplumun büyük bir kısmının dışında kalmaktadır. Nasıl ki cinsiyetler arası geleneksel işbölümleri birbirini tamamlıyorsa (erkeklerin ev dışında, kadınların ev içinde çalışması); bu rollere, dolayısıyla da cinsiyetlere atanan özellikler de birbirini tamamlayıcı olarak görülmektedir. Kadınlara atfedilen olumlu özellikler; erkeklere dayatılan kalıp yargılarda olmayan, onlarda eksik olan şeyleri tamamlayıcı olarak görülmektedir. Örneğin erkek normu başkalarının duygularına karşı duyarlılığı içermezken kadın normu bunu içermektedir. Bu nedenle korumacı cinsiyetçi bir bakış açısında “Kadın, erkeği tamamlar” ve bazı senaryolarda kadın, erkeğin (özellikle de duyguları anlama ve bakım verme noktasında) iyi olan yarısıdır. Ancak bazı anlatılarda kadın ilk günahkar ve kötü yarı olarak da resmedilir. Kadın imgesindeki bu ikililik, çelişik duygulu cinsiyetçilik için başlı başına bir örnek sağlamaktadır.

Heteroseksüellik; bir kadının duygusal, romantik ve cinsel olarak bir erkeğe; bir erkeğin de duygusal, romantik ve cinsel olarak bir kadına yönelmesi durumudur. Heteroseksizm ise heteroseksüelliği bir zorunluluk olarak gören ve tek varoluş biçimi olarak dayatan bir ayrımcılık ideolojisidir. Bu ayrımcılık sisteminin temellerinde her bireyin heteroseksüel olduğu normu yatmaktadır ve bu norma uymayan her kişi ve ilişkilenme, damgalanmaya ve ayrımcılığa maruz bırakılır. Heteroseksüellik, erkeklerin kadınlara yönelik çelişkili duygularının en güçlü kaynaklarından biridir. Heteroseksüel romantik ilişkiler, toplum tarafından hayattaki en önemli mutluluk kaynaklarından birisi olarak gösterilir ve bu ilişkiler toplum tarafından tipik olarak bir erkeğin sahip olduğu en yakın ve samimi ilişki olarak kabul edilir. Ancak erkeklerin kadınlara olan bu ikili bağlılığı; daha güçlü bir grubun üyelerinin, daha güçsüz bir grubun üyelerine bağımlı olduğu bir durum yaratır. Heteroseksüel ilişkilerde bütün kontrolün kadında olduğu ve bu ilişki ile erkek üzerinde hâkimiyet kurabilecekleri inancı, kadına karşı düşmanlık ile bezenmiş bir inançtır.

Çelişik Duygulu Cinsiyetçiliğin Doğası

Glick ve Fiske, çatı kavramı iki nedenle “çelişik duygulu cinsiyetçilik” olarak adlandırmışlardır. Bunlardan ilki, cinsiyetçiliğin her iki çelişen tarafa dair de inançlarının olabilmesi olarak açıklanabilir. Burada işleyen mekanizmanın temelinde, erkeğin yapısal gücünü korumak için kadınlara karşı olumsuz tutumlar sergilemesi ancak toplum tarafından sadece bir kadının karşılayabileceğine inandırıldığı ihtiyaçlar (duygusal destek, romantizm gibi çeşitli psikolojik ihtiyaçlar örnek olarak gösterilebilir) için kadınları koruma çabası vardır. Dolayısıyla bir erkeğin kadınlara karşı hem olumlu hem de olumsuz tutumları olması hali çelişik duygular yaşanmasına neden olur.

İkinci neden ise cinsiyetçi bireylerin kadınları kolaylıkla gruplayabilmeleridir. Bu gruplar kabaca; ataerkiye uygun ve geleneksel rolleri benimseyen kadınlar (örneğin bazı ev kadınları) ve buna karşı olan, toplum normlarına meydan okuyan ya da normları tehdit eden kadınlar (örneğin feministler) olarak ayrılabilir. Türkiye coğrafyasında, televizyonlar ve pop kültürde dahi rastlayabileceğimiz evlenilecek ve eğlenilecek kız gruplandırması da bu iki grubun bir yansıması olarak görülebilir. Kadınları bu şekilde gruplaştırarak erkekler, bir bütün olarak “kadın”a karşı çelişik duygular yaşamalarına rağmen tutarlılık duygularını da koruyabilirler (Örneğin: “Bazı kadınları seviyorum ama bazı kadınlardan nefret ediyorum”). Ayrıca bu alt tiplere ayırma hali; hoşlanmadıkları kadınları maruz bıraktıkları ayrımcılığı olumlayıp, genel olarak cinsiyetçi olmadıklarını düşünebilmelerini sağlar. Ancak aynı anda hem arzu edilen hem de arzu edilmeyen alt tiplere uyan kadınlar yine de çatışmaya sebep olabilirler (Bir feminist dernek içerisinde örgütlenmiş bir ev kadını bu duruma örnek olabilir).

Kültür ile Korumacı ve Saldırgan Cinsiyetçilik İlişkisi

Kültürler arası çapta bakıldığında kadınlar, erkeklere göre dezavantajlı bir gruptur. Bu dezavantajlara hayati tehlikeye kadar verilebilecek pek çok örnek var ancak en az şiddet içeren örnekleri vermek gerekirse; cinsiyetler arası ücret farkı (aynı işi yapan erkeklerin kadınlardan daha çok maaş alması durumu) ve kadınların iş ve toplumdaki güçlü rollerde bulunma yüzdelerinin düşük olması verilebilir.

Cinsiyetçi toplumlarda erkekler hem tehdit (saldırgan cinsiyetçilik), hem de bu tehdide çözüm (korumacı cinsiyetçilik ve bu söylemlerin verdiği koruma vaadi) sağlar. Böyle toplumlarda kadınların önünde iki seçenek olduğu söylenebilir: Korumacı cinsiyetçiliği reddederek saldırgan cinsiyetçiliğe maruz kalmak ya da korumacı cinsiyetçiliği kabul ederek saldırgan cinsiyetçilikten kaçınabilmek. Daha eşitlikçi toplumlarda kadınlar korumacı cinsiyetçiliği daha kolay reddedebilme özgürlüğüne sahip olabilirler çünkü yaşamsal kaynaklar için erkeklere bağımlı olma olasılığı daha düşüktür ve “koruma”yı reddetmenin düşmanlık duygusunu uyandırması nispeten düşük bir olasılıktır.

Sonuç Olarak

Cinsiyetçilik kavramının vurgusu çoğunlukla negatif tutum ve davranışlara yönelik olmasına ve bu tanım genellikle de doğru olmasına rağmen eksik kalmış bir tanımdır. Çelişik duygulu cinsiyetçilik ise bu eksikliği göstererek kadına dair olumsuz tutumlara ek olarak, pozitif olarak da algılanabilecek cinsiyetçi eylemler ya da tutumları da göz önüne koymaktadır. Negatif tutumlar saldırgan cinsiyetçilik; görece pozitif olan tutumlar ise korumacı cinsiyetçilik kategorisinde ele alınmaktadır. Saldırgan cinsiyetçilik, kadının alt konumda olduğu vurgusunu açıkça yaparak erkeğin yapısal gücünü meşru kılma çabasındadır. Korumacı cinsiyetçilik ise kadının narin, duygusal ve korunası bir varlık olduğunu dillendirerek erkek egemenliğini “nazik” bir şekilde haklılaştırır. Korumacı cinsiyetçilik açıkça olumsuz tutumlarını göstermediği için genellikle kadınlar tarafından olumlu ya da normal bir durummuş gibi algılanabilir. Korumacı cinsiyetçiliğin, saldırgan tutumlara göre bu kadar az gündemleşiyor olmasının bir başka nedeni; özellikle cinsiyetçi ya da aşırı gelenekçi toplumlarda zaten saldırgan cinsiyetçiliğe maruz bırakılan kadınlar için bir korunma yöntemi olması olabilir. Eşitsizlik hakkında ses çıkarmak pek çok saldırgan cinsiyetçi tutumu beraberinde getireceğinden korumacı cinsiyetçiliği kabullenmek, saldırganca tutumlardan korunmak için verilen bir taviz olarak düşünülebilir. Ancak bu noktada korumacı cinsiyetçiliğin kadınları görece koruyor olmasına rağmen aynı baskı mekanizmalarına hizmet ediyor olduğu ve kötünün iyisinin hiçbir zaman kalıcı bir çözüm olmayacağını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.


İleri okuma için:

https://www.researchgate.net/publication/232548173_The_Ambivalent_Sexism_Inventory_Differentiating_Hostile_and_Benevolent_Sexism

https://www.researchgate.net/profile/Adebowale-Akande-2/publication/12248976_Beyond_prejudice_as_simple_antipathy_Hostile_and_benevolent_sexism_across_cultures/links/0f317531907277d008000000/Beyond-prejudice-as-simple-antipathy-Hostile-and-benevolent-sexism-across-cultures.pdf

https://kaosgldernegi.org/images/library/2020sss10x14-web.pdf

Bir önceki

25 Kasım

Bir sonraki

DW Haberi Asimilasyon, Gerçekler ve Çerkesler

Latest from Blog

İkrardan Dönüş

oturdum saydım. kaçıncı gündü. öldüğü, son nefesini verdiği gün müydü birinci gün. yoksa defnedildiği gün mü.

0 $0.00