Aman Ağzımızın Tadı Bozulmasın Pater Familias!
Bugünlerde yeni gelinlerin evlendikten sonra tatlı sunum telaşına düşmeden önceki ilk işi çok kısa süre içinde sosyal medya hesaplarındaki isimlerinin sonuna “yeni” soyadlarını eklemek oluyor. Sonradan sosyal medya biyografilerine X’in karısı ve Y’nin annesi yüksek nişaneleri de eklenecektir elbette ama yazımızın konusu kadının soyadı ile sınırlı olduğundan bu konuya şimdilik girmeyelim ve evlenir evlenmez madalyon gibi kazandığımız bu nomen gentilicium’lar nereden gelmiş incelemeye başlayalım.
Bir hukuk normu olarak kadının kocasının soyadını almasına ilk Roma hukukunda rastlıyoruz. Roma hukukunun uygulandığı dönemde aynı gens’e (aile/klan) sahip olanlar aynı soyadını (nomen gentiliicium) taşırlardı. Kadın da evlenmekle kocasının egemenliği altına girer, babasının pater familias[1] egemenliğinden çıkıp kocasının pater familias egemenliğine girerdi. Pater familias olabilmek için birinin patria potestas ’ı altında olmamak ve erkek olmak yeterliydi. Evliliğe, yaşa veya çocuk sahibi olmaya bağlı bir durum değildi. Pater familias’ın aile fertleri üzerindeki hakimiyeti mutlaktı. Öyle ki, pater familias aile fertlerini açıkta bırakabilir, evlenmelerine engel olabilir, boşayabilir, onları satabilir veya öldürebilirdi. Pater familias’ın mutlak hakimiyeti vitae necisque potestas (=hayat ve memat) yetkisine dayanıyordu. Bu yetkiye dayanarak aile fertlerini Roma sınırları içinde öldürebilirdi[2].Bu anlamda familia, yani aile, pater familias’ın mal varlığının temsiliydi[3]. Buna göre kadın evlenme ve kocasının soyadını almasıyla onun mülkiyeti altına giriyordu, nitekim manuslu evliliklerin temeli de bir satım sözleşmesiyidi. Pater familias erkeğin evlendiği kadına kendi klan/soy adını vermesiyle de kadını mülkiyeti altına almış sayılırdı. İşte böyle başladı kadının evlendiği erkeğin soyadını alması.
Batı hukukunun şekillenişinde önemli rolü olan Roma hukuku ve diğer vesilelerle, 20. yüzyılın başında birçok ülkede kadınlara, kocalarının soyadını alma zorunluluğu getirildi. Toplumların ataerkilleşmesi ve miras devrinin hukukileşmesiyle birlikte, soyadı kendisini bir tescil ve etiketlenme alanı olarak daha fazla gösterdi, buna bağlı olarak soyadına bağlı mülkiyet aktarımı da kuvvetlendi. Batıda, kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almasının hangi mantıkla oluşturulduğu bilindiğinden, uzun süre kadınlar tarafından hoş karşılanmasa da, bugün hala birçok ülkede kadının evlendiği erkeğin soyadını kullanması bir zorunluluk.
Türkiye’deki mevzuat da bildiğimiz gibi pek iç açıcı değil. Kanun koyucu cinsiyetler arası hiyerarşiden yana ve bu hiyerarşinin temeli de pater familias mantığından hiç de uzak değil. İçinde yaşadığımız ataerkil toplumun evliliğe ve kadının evlilik içindeki konumuna atfettiği değerin de bir yansıması. Önceleri soyadını seçme hakkını “evin reisi olarak” erkeğe veren 2525 sayılı soyadı kanunun 4.maddesinin ilk cümlesi, 2011 yılında kanundan çıkarılmıştır. Benzer şekilde kadının soyadı konusunda zaman içinde Türk mevzuatında birçok olumlu gelişme oldu. Anayasa Mahkemesi, 2013 yılında verdiği bir kararda, kadının evlendiği erkeğin soyadını alması zorunluluğunun temel hak ve özgürlüklere ilişkin taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerle çeliştiğini bu nedenle bu uluslararası sözleşmelerin esas alınıp, kadının evlenmesiyle kocasının soyadını alması gerektiğine dair Türk Medeni Kanunu’nun 187.maddesinin[4] Anayasa’nın 90. Maddesine[5] aykırılık teşkil ettiğine karar vermiştir. Fakat Anayasa Mahkemesi’nin bu kararının bireysel başvuru üzerine yapılmış olması nedeniyle, TMK m.187 üzerindeki etkisi kesinliğe ulaşmamış olmakla hali hazırdaki soyadı uygulamasının aynı şekilde devam etmektedir.
Gelelim bu konunun Almastı hareketiyle ilgisine… Tüm Kafkasyalı halklarda olan usul şudur ki, kişinin hayatı boyunca tek bir soyadı/sülale adı olur, bu soyad onun geldiği aileyi bildirir. Örneğin “wuneut” sülalesinden bir kadın, evlendikten sonra yine wuneut sülalesindendir, evlendiği kişinin sülale adını benimsemek zorunda değildir. Bu adlandırma soyadı kavramının özünü, aile ve klan bağlarını bildirir, bu anlamda gerçek soyadıdır. Belki burada kadının kocasının soyadı alma zorunluluğu olmasa da babasının soyadını (sülale adını) kullanmaya devam ederek bir başka pater familias’ı yaşattığı söylenebilir ve bunun üzerine de tartışılabilir.
Evlendiğinde kendi soyadını evlendiği kadının da almasından memnun olan Kafkasyalı bir erkek, bu isteğinin temelinin yukarıda anlatılan tarihi süreçten süzülüp gelen modern Türk erkeğininkinden farklı olmadığını bilmelidir. Kadınlar da erkeğin soyadını taşımanın, cinsiyetler arasındaki eşitsizliğin ve hiyerarşinin nişanesi olduğunu bilmelidir. Gelini olduğu ailenin sülale adını değil, kendi sülale adını kullanarak kendisini tanıtır. Yasal zorunluluk nedeniyle eşinin soyadını kullanmak bir yanda dursun, kadınlara uygulanan bu detayları düşünmemek, Türkiye’deki kadınların günlük hayatta nasıl yavaş yavaş ezilip ikinci planda kalmasını sağladıysa, aynı şartlara Kafkasyalı kadınların da çekileceğini (belki de çok önceden çekildiler) gösteren işaretlerdir.
Wuneutraa Rickhun
Not: Bu yazı, daha önce Mızağe dergisinde yayımlanan “Bir Asimilasyon Aracı Olarak Soyadı” başlıklı yazının genişletilmiş halidir.
[1] Aile babası, ailenin üzerinde sınırsız yetkisi olan aile lideri
[2] Kamil DOĞANCI, Fulya KOCAKUŞAK,Eski Roma Ailesinde “Pater Familias” Ve “Patrıa Potestas” Kavramları, U.Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 16, Sayı: 27, 2014/2
[3] AYİTER, Kudret, “Roma Hukuku Dersleri Aile Hukuku”, Ankara, 1963
[4] Türk Medeni Kanunu m.187: “Kadın, evlenmekle kocasının soyadını alır; ancak evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuruyla kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabilir. Daha önce iki soyadı kullanan kadın, bu haktan sadece bir soyadı için yararlanabilir.”
[5] Anayasa m.90/5: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.”